3 Temmuz 2014 Perşembe

Belki de bu hikayenin kahramanları içimizden biridir...


                                                 
   ''KimseIere anIatamadım. Kendime biIe… OIa ki ağzımdan kaçırır, bir daha tutamam seni.'' 
                                                                                                                    Nazım Hikmet



                                                 Eleni ve Asım

         1960'lar. İstanbul'un henüz bozulmaya başlanmayıp, Boğaz'ın yosun kokusunun Beylerbeyi yokuşundaki konaklara estiği yıllar... Ülkede 68 kuşağının zeminini hazırlayan sağ-sol ayrımı yavaş yavaş olaylarla patlamaya hazırlanıyordu. Üç katlı Beylerbeyi Konağında, 'Eleni' ailesiyle birlikte yaşıyordu. 18 yaşındaydı. Sırma gibi sarı saçlara sahipti. 2 lisan konuşurdu. Edebiyat Fakültesinde öğrenim görmek istiyordu. Mahalledeki gençlerin diline dolanan duru güzelliği, dudağının yanındaki beniyle daha da belirginleşiyordu.


   
 Badem Konak'ın iki yanındaki Sultan Konağında ise Asımların evi bulunuyordu. 'Asım' babasının fırınında iki yıldır ustabaşılık yapıyordu. 19 yaşında kara yağız, kömür karası gözleri olan yakışıklı bir İstanbul çocuğuydu.

Eleni okuluna giderken Asım'ı görebilmek uğruna fırının olduğu sokaktan giderdi. Eleni için iki saniyelik bakışma, bütün gününe neşe katan mutluluk hadisesiydi. Asım da Eleni'ye karşı boş değildi elbet ama biraz da gençliğin verdiği heyecanla bir türlü açılamıyordu. Bu uzun bakışmaların sonu altı ayı bulmuştu. Asım kararlıydı: Eleni'yle konuşacaktı artık. Şimdiki zamanların 'konuşmakta ne var yahu' seslerini duyumsuyor gibiyim ama o zamanlar değil konuşmak, bir kızın gözlerine uzun süre bakabilmek bile müsaade işiydi...



 Eylül ayı'nın onyedisiydi... Asım  daha önce mahalledeki fotoğrafçı Neriman'dan Eleni'nin Edebiyat Fakültesi'nde okuduğunu öğrenmişti. Fırındaki işini erkenden bitirip Eleni'nin okuduğu Edebiyat Fakültesine doğru yola çıktı. Öğrenci olmayan birinin kampüse girmesi yasaklanmıştı. Bu nedenle fakültenin geniş pervazlı kapısının tam karşı bölümündeki ceviz ağacının önünde beklemeye koyulmuştu. Bir saat, iki saat derken en sonunda Eleni kapıda belirmişti. Fakat o da ne, yanında bir kız arkadaşı ve sol yanında da sarışın bir delikanlı görünüyordu.

Asım ne yapacağını şaşırarak hızlıca oradan uzaklaştı. ''Kimdi kendisinden başka Eleni'nin gözlerine bakarak gülümseyen adam?''. Asım bu soruyla yüzleşmeye çalışıyordu ama bir türlü iç sesine cevap bulamamıştı. Fırında ekmekleri ocağa koyarken, tahta parçalarını sert sürüklemeye başlamıştı. Eleni ise okula giderken geçtiği fırının önünden artık Asım'la gözgöze gelmemeye başlamıştı. Bir şey olmuştu diye içinden sayıklıyordu Eleni... Bir şey olmuştu... ''Acaba Asım'ın aklında başka biri mi var'' diyede kendini düşünmekten alıkoyamıyordu.

      Asım kafasına koymuştu. Gidip soracaktı ''kim bu sarışın çocuk'' diye. Bu sorunun kafasını kurcalaması yerine cevabını öğrenecekti.

İlk Konuşma

Birgün Edebiyat Fakültesindeki öğrencilerin çıkış saatini bekledi ve yolun kıyısından Eleni'nin karşısına çıktı : ''Kimdi o sarışın adam dedi?''. Evet ilk defa birbirlerinin gözlerine kızgınlıkla bakarak konuşuyorlardı. Eleni duraksadı ve ''hangi sarışın adam?'' diye sordu. Asım: '' Yeşil Parkalı çocuktan bahsediyorum'' dedi. Eleni'nin gözlerinden belli olan kızgınlığı biranda geçivermişti. En azından Asım'la fırında neden gözgöze gelmediklerinin cevabını bulmuştu.


Gülümseyerek yürümeye başladı. Ve birden duraksayıp saçlarını omzuna atarak: ''O Eczacılık Fakültesi'nden arkadaşımız ve en yakın arkadaşımın da görüştüğü çocuk'' diye söylendi.

Eleni önde Asım onun peşisıra cevabını buldukları sorunun gönül rahatlığıyla mahalleye doğru yol almışlardı. Asım daha sonra haftada en az iki kere Eleni'nin okul çıkışlarına gitmeye başladı. Eminönü'ndeki iskeleye kurulup balık-ekmeklerini tadıp, Çiçek Pasajı'nda en sevdikleri şerbeti içerek geleceğe yönelik hayaller kuruyorlardı. Tarihi Çınaraltı'na gidip çaylarını Üsküdara doğru yudumlarken bazen de hiç konuşmuyorlardı. Aslında ikisi de biliyordu suskunluklarının sebebini. İkisinin de önemsemediği ama ailelerinin şiddetle karşı çıkacağı iki ayrı kültüre sahiplerdi. Birbirlerine itiraf edemedikleri bu durum aslında ikisinin de kafasını kurcalayan en büyük sorundu.


       İlk olarak Asım ailesine açılmıştı. ''Badem Konak'taki Eleni'yi seviyorum ben'' dedi. Ve beklediği gibi de oldu... Baba Mehmet Efendi şiddetle karşı çıkıyordu. Annesinin evin içindeki haykırışlarını ise Asım duymak istemiyordu bile. Sultan Konak'taki tepkilerin aynısı Badem Konak'ta da gerçekleşiyordu. Eleni'nin büyükannesi ''bu evlilik asla gerçekleşemez'' diyordu. Fotoğrafçı Neriman'ın araya girmesi bile fayda etmemişti.


Asım Askere Gidiyor

     Durumdan haberdar olan Eleninin ailesi, kızlarını okula artık abisiyle yolluyordu. Asım ile konuşması yasaklanmıştı. Asım, fotoğrafçı Neriman'la birlikte küçük mektuplar yollamaya başlamıştı ama kısa mektuplar onların aşklarına yetmemeye başlamıştı bile. Birkaç ay sonra da Asım, babasının zoruyla askere gitmeye zorlandı.


 Ocak ayının yağmurlu ve kasvetli havasında fotoğrafçı Neriman'ın dükkanında buluştular. Asım Eleni'ye askere gideceğini ve geri geldiğinde ailelerini ikna edeceklerini, edemezlerse de mutlaka ikisinin birlikte bir hayat kuracağını söylüyordu. Tam bu anda ikisinin de elleri birbirini kenetliyken fotoğrafçı Neriman'ın deklanşör sesiyle bu anları ölümsüzleşmişti. Asım 20 gün sonra askere uğurlandı. Eleni ise, Asım'a verdiği sözü herbir an kendi içinde duyumsayarak okuluna yalnız gitmeye devam etti. Güzelliği okulda da farkediliyordu ama O, fakültedeki arkadaşlık isteklerini hiç düşünmeden reddediyordu.

Eleni Göç Ediyor

Günler ayları kovalarken, Eleni ailesiyle birlikte göç edeceklerini öğrendi. Zorunlu olarak doğup büyüdükleri topraklardan ayrılıp gideceklerdi. Kolay değildi ya insanın evinden, yurdundan sevdiklerinden komşularından ayrılması. Herbiri birbirlerine söz veriyordu en kısa sürede buluşacaklarına dair, tıpkı Asım'la Eleni gibi...




Maalesef dedikleri gibi olmadı. Buluşamadı onca yıllık dostlar birbiriyleriyle... Asım aylar sonrasında döndüğünde kendisini yıkan gerçekle de yüzleşti. Eleni artık İstanbul'da yaşamıyordu. Koştu Fotoğrafçı Neriman'a ve Eleni'nin başka topraklara göç ettiğini öğrendi. Öğrendikleri bununla da sınırlı değildi: Eleni ailesinin zoruyla, kendi kültüründen Mühendis bir adamla da nişanlandırılmıştı. Nişanlandırılmıştı çünkü bu Eleni'nin aldığı karar değildi. Hayat yavaş yavaş onları başka yerlere sürüklemişti...
.........







2003

Asım Eşinden Boşanıyor

Asım eşinden boşanmaya karar verdi. Ailesinin memleketten oğulları için getirttiği, aynı konağı paylaştığı teyze kızıyla evliliğini sürdüremeyeceğini fark etmişti. 2 çocuğu olmuştu. Asım'ın eşi; hiçbir zaman eşinin kendisini sevmeyeceğini bildiğinden kendisi de boşanmaya sıcak bakmıştı. Çok geçmeden de iki celsede boşanmaları sonuçlandı.

Asım'ın eşi -mahalleden duyduğu kadarıyla- babalarının Eleniyle yaşadığı hikayeyi çocuklarına zaman zaman anlatıyordu. Özellikle Deniz bu hikayeye en çok üzülenlerden biriydi.

Deniz Karşı Kıyıda

Asım'ın oğlunun uzun süredir yapmayı plandığı yolculuğun artık bir bahanesi de vardı. Work and travel gezisiyle, babasının geçmiş hikayesinin peşine düşecek ve Türkiye'nin karşı kıyısına geçecekti.

Fotoğrafçı Neriman'ın Eleni'yle olan mektuplaşmalarından Deniz birebir haberdardı... Aslında direk olarak babasının ağzından duymadığı hikayenin başkahramanı kadını aramaya karar vermişti. Gidecekti Eleni'nin doğduğu topraklara, babasının aşık olacağı kadını bulacaktı. Nitekim aklına koyduğunu gerçekleştirdi. Çok da zor olmamıştı Eleniyi bulmak...



      Mavi ahşap sandalyeli restorantın mutfak tarafını gören tarafında oturdu Deniz. Fotoğrafçı Neriman ablanın verdiği adres bu restorantı gösteriyordu. Evet evet burası olmalıydı! Karşı kıyıdaki Türk topraklarından görünen evlerin ışıkları adeta göz kırpıyordu. Deniz, menüden balık siparişi verirken bir taraftan da Eleni'yi tanıyabilmeyi diliyordu. Öyle ya aslında hiç de tanımadığı birinin izlerini arıyordu.

Deniz, fotoğrafçı Neriman'ın anlattığı kadarıyla ve kendi dünyasında hayal ettiğiyle Egeli güzel bir kadını karşısında görmeyi bekliyordu. Tam balıkların lezzetine kendini kaptırmışken, birden sol taraftaki mutfaktan çıkan birini farketti. Eleni bu olmalı diye içinden geçirdi... Dudağının yanındaki beniyle, hüzünlü gözleriyle Eleni öylece karşısında duruyordu. Şaşırmıştı. Bu hüzü gözlü kadında, olanca yaşına rağmen hiç eksilmeyen duru bir güzellik keşfetmişti.


 Deniz bir yolunu bulup Eleni'yle tanışmalıydı. Balıklarını tadarken, Eleni'yle gözgöze gelmeye başladı. Eleni bu anların birinde aniden duraksadı. Deniz'in gözlerine baktığında garip bir his duyumsamıştı. Uzaklardan duyulan memleket şarkısı gibi özlem duyduğu bir şeyleri anlatıyordu Deniz'in gözleri.

- ''Tatil için mi geldiniz?'' diye sordu Eleni.
- ''Evet öyle sayılır'' dedi Deniz. ''İstanbul'dan geldim''...

Deniz, Eleni'nin gözlerinin içine bakarak bir tepki vermesini bekliyordu. Eleni'nin daha önce karşı kıyıdan birçok Türk misafiri olmuştu. Ama sanki Deniz'in gözleri ona birini hatırlatıyordu. Deniz'in babası gibi siyah kömür karası gözleri vardı. Gözünün üstündeki ince çizgi babasından kalan genetik mirasdı. Bir süre daha İstanbul'dan, hayatlarından sohbet etmeye başladılar.


Farkında olmadan tam iki saattir konuşuyorlardı. Eleni, Deniz'i yolcu ederken kalacağı pansiyonun yerini de tarif etti. Pansiyon sahibinin yakın bir arkadaşı olduğunu da sözlerine ekledi. Hesabı ödeyip, sırt çantasını omuzladıktan sonra Eleni'nin karşı kıyıya doğru  uzaklara daldığını farketti Deniz. Kimliğini ve Beylerbeyi'nde oturduğunu gizleme gereği duymuştu. Babasından bahsedip Eleni'nin hüzünlü gözlerine bir yük daha eklemek istememişti.




      Deniz'in geçici süre konakladığı pansiyonun manzarası Türk topraklarını görüyordu.  Sanki kıyıdan taş atsa türk topraklarına isabet edecekti. Bu kadar yakın olmasına kendisi de şaşırmıştı. Work and travel programı sayesinde hem çalışıp hem de gezme fırsatını bulacaktı. Deniz bu üç aylık süreçte birkaç kere daha Eleni'ni restorantını ziyaret etti. Hatta bir defasında birlikte tavla oynayıp, Edebiyat Fakültesindeki anılarından bahsettiler birbirlerine.
Pansiyon sahibi Yaya'dan Eleni'yle ilgili birçok şeyi de öğrenmişti. Zorla evlendiği mühendis eşiyle yollarını ayırma kararı aldığını, boşandıktan sonra kızıyla birlikte restorantı işlettiğini, kızıyla sade bir hayatı tercih ettiğini...

Hep bir oğlunun olmasını istemişti Eleni. Belkide Asım'a duyduğu özlemi kendi oğlundan bir nebze de olsa giderecekti. Ama kızının olmasına da çok sevinmişti. Kendisi gibi sol dudağında beni bulunan kızı onun bu hayatta tutunduğu tek dalıydı.




      Eylül ayı geldiğinde, Deniz'in okul için Türkiye'ye gelmesi gerekiyordu. Uçağından bir gün önce kıyı restoranta gidip İstanbul'a gitme vaktiğinin geldiğini söyledi. Eleni doğup büyüdüğü toprakları anmış olacakki  ''Benim için Eminönü'nde balık ekmek yiyip, Kız Kulesine karşı da çay içer misin'' dedi. Kendisi bile ağzından çıkan sözlere şaşırmıştı. Ne de olsa göç ettikten sonra Türkiye'ye hiç ayak basmamıştı. Ama boğazı, Kız Kulesini özlediğini her fırsatta kendi içinde duyumsuyordu. Kolay değilya, İstanbul Boğazını gören bir daha asla unutamazmış. Kaç şehirde vardıki bu denli cezbedici bir manzara. Kaç şehrin yüreğinden deniz geçiyorduki...


Asım, unutamadığı eski aşkının Türkiye'nin karşı kıyısında olan topraklarda yaşadığını biliyordu. Kendilerini ayıran, aslında bir nevi kendilerini de birleştiren şeyin denizin mavi suları olduğunu  bildiğinden oğlu doğduğunda ismini Deniz koymuştu. Bir denizin ayırdığı sevgilisine, başka bir denizle kavuşacaktı...

Deniz, Türkiye'ye döndüğünde gezdiği topraklar konusunda babasıyla hiç konuşmadı. Eleni'yle tanıştığından ise bahsetmemişti bile.. Tüm olaylara tanık olan fotoğrafçı Neriman, Deniz'in Eleni'yle tanışmasından da haberdardı. Eleni'nin artık yalnız bir kadın olduğunu duyunca ''kimbilir belki de, neden olmasın'' diye kendi içinden geçirmişti bile... Aslında Deniz de babasının Eleni'yle tekrar karşılaşmasını istiyordu. Babasının annesiyle severek evlenmediğini her fırsatta hissediyordu. Kendisinin bir aşk çocucu olmadığını da. Ama babası, oğluna bunun tam tersi şeklinde davranıyordu. Oğlu ve kızıyla arasında sıkı bir bağ örülüydü.
..........

2004 Mayıs,


Asım Eleni'nin Yaşadığını Öğreniyor

Asım artık her şeyden haberdardı. Oğlunun Eleni'yle tanıştığını duymuştu. Çok uzun süre düşündü. Tekrar onu görmeye cesareti var mıydı diye. Yüreğinin bir tarafı Eleni'yle tekrar görüşmek için yirmi yaşındaki hali gibi heyecanlıydı. Diğer tarafı ise, Eleni'nin kendisini unutmuş olacağını düşünüyordu. Öyle ya, yıllar geçmişti, belki de evlendiği eşine aşık olmuştu. Hayır hayır, böyle bir şey olamazdı. Öyle olsa eşinden niye boşanacaktı ki. Acaba gülümsediğinde daha da belirginleşen beni hala aynı güzellikte miydi? Peki ipek gibi uzun saçları hala duruyor muydu? Ya elleri birbirleriyle kavuştuğunda duyduğu sonsuz güven duygusu? Soru işaretleri beynini kemirirken kararını farkında olmadan vermişti Asım. İlk fırsatta oğluyla birlikte Eleni'yi ziyaret etmek için gidecekti kıyı restoranta.
.........

Eleni Deniz'i görünce gözlerine inanamadı. ''Sen'' dedi yarım türkçesiyle. ''Hoşgeldin Deniz!''. Tekrardan mı ziyaret etmek istedin burayı?''. Evet dedi ama bu sefer bir misafirim de var yanımda; babam. Birazdan o da gelecek buraya.

Eleni yavaş yavaş yaz sezonuna hazırladığı restorantın hemen üst katındaki evde yaşıyordu. İstanbul'dan hatıra olarak aldığı, saçlarını geriye doğru taradığında taktığı gümüş tokayı, içine doğmuşçasına o gün kullanmak istemişti. İstanbul'dan gelen misafirini sıkıca kucakladı. ''Özlemişsindir buranın balığını'' dedi ve hemen sahildeki masaya oturdular.


Deniz, Eminönü'nde balık ekmek yerken Galata Köprüsü'nde çektirdiği fotoğrafı Eleni'ye uzattı. Çok sevinmişti Eleni. Yıllardan sonra ilk kez Galata Kulesinin ve Kız Kulesi'nin fotoğraflarına bakıyordu. Kartpostalla çekilen fotoğraf hiç gerçek fotoğrafın yerini tutar mıydı.

Fotoğraflara dalıp, İstanbul'un boğaz kenarının ne kadar kalabalıklaştığını seyrederken, Deniz'in  ''İşte babam da geldi'' sözünü duyumsadı. Nemli gözleriyle sandalyesinden kalkıp, hoşgeldiniz demek için arkasına döndüğünde elindeki fotoğrafları masanın üstüne düşürüverdi. Elleriyle sıkıca masayı kavradı. İnanamıyordu. Doğru muydu bu. Gözlerini sıkıcı yumma isteği duydu.


Yıllar Sonra Gelen Buluşma

Gözlerini açtığında, Asım tam 38 yıl sonra karşısında duruyordu. İnanamış olacakki, ''Sen'' diye sayıklamaya başladı. Deniz'in gözlerinin neden bu kadar tanıdık geldiğini artık anlamıştı Eleni.
Kırk yıllık özlemle, hiç bir çekince duymadan uzun uzun  sarılmaya başladılar. Asım, Eleni'nin hala aynı kokan kokusunu içine çekti.

Deniz, yalnız kalmaları gerektiğini düşünmüş olacak ki, masada onları yalnız bıraktı. Ne tuhaf babasının ilk kez bu denli saklamadan gözlerinden yaş geldiğini görüyordu. Bir süre hiç konuşamadılar. Konuşmaya nereden başlayacaklarını bilemiyorlardı ki...

Eleni kendine geldiğinde: ''Çok bekledim seni'' dedi. ''Birgün geleceğini hissediyordum''. Birbirlerinin yüzlerine yabancı kalmışçasına, gözlerini kaçırmadan uzunca bakıştılar. Heyecandan ne konuşacaklarını bilemiyorlardı.

Asım, aklına gelmiş olacakki, cüzdanının fermuarlı gözünden bir fotoğraf çıkardı. Neriman'ın ikisini ölümsüzleştirdiği fotoğraf, Asım'ın cüzdanının baş köşesinde sayısını bilmediği senelerce duruyordu. Oysa Eleni bilmiyordu, Asım'ın tek başına kaldığında fotoğrafının ona eşlik ettiğini...

2005,

Fotoğrafçı Neriman'a bir zarf  uzattı Deniz. Neriman meraklı bakışlarıyla hızlıca zarfı açtı ve yabancı yazılarla yazılan bir davetiye olduğunu fark etti. Bu kimin demeye gerek kalmadan, çığlık atmaya başladı.

Evet! Neriman Asımla Eleninin yarım kalan filminin devam edeceğinin kanıtı olan davetiyeyi ellerinde tutuyordu artık...

Asımla Eleni 40 yıl sonra yaşamlarını birleştiriyordu...

Sevgilerle,
Melike

     

Hiç yorum yok: